17 Ağustos 2013 Cumartesi

17 Ağustos Depremi | 17.08.2013 CÜNEYT CEBENOYAN'ın Yazısı

Bugün okuduğum bir yazıyı sizinle paylaşıyorum. Hayatımda okuduğum en etkili yazılardan bir tanesi. 17 Ağustos depreminde hayatını kaybedenleri saygıyla anıyorum. Ölenlerin ailelerine ve depremi yaşamış olan insanlara Allah'tan sabır diliyorum. Bu keder ve felaket dolu günde kelimeler hiçbir anlam ifade etmediği için ne yazacağımı bilemedim. Sadece vaktinizi ayırıp bu yazıyı okumanızı istiyorum.

Birgün Gazetesi:

Yazarımız Cüneyt Cebenoyan kendi 17 Ağustos depremini yazdı. O gün kaybettiğimiz içimizde büyüyen bütün çocukları ve Ali'yi sevgiyle, geçmeyen acılarıyla anıyoruz.

Ece’yle birlikte CNN-Türk’te çalışıyorduk deprem olduğunda. Beni Perşembe akşamüstü arayıp bu yazıyı yazmamı talep ettiğinde belki de ret edemememin sebebi, o günleri hatırlamamdır. Ece’den 30 TL (ya da 30 milyon TL) borç alıp Yalova’ya gidişimi, Ece’nin acımı paylaşan ilk kişilerden biri oluşunu…

Ama halâ bilmiyorum ne yazacağımı. Üzerinden 14 yıl geçmiş ama ben o sarsıntının etkisindeyim. Ne kendi duygularımı doğru dürüst biliyorum, ne de hayatımın nasıl değiştiğinin çok farkındayım. Çünkü halâ sallanıyorum, halâ kendimde değilim.

Ayşegül’le 1989’da evlendik. Çocuk yapmak çok büyük bir karardı ve biz cesaret edemiyorduk bir türlü. Sonra 30 Aralık 1994’te bir bomba patladı. The Marmara Oteli’ndeki Opera Pastanesi’ne Deniz Demir adlı bir PKK militanı bomba koymuştu. Onat Kutlar eşi Filiz’le buluşacaktı o pastanede o gün. Ablam da arkadaşı Beyza’dan doğum günü hediyesini alacaktı. Yasemin bomba patlar patlamaz, Onat abi 11 gün yaşam mücadelesi verdikten sonra hayatını kaybetti.

Yasemin’in ölümü ailemizi darmadağın etti. Annem bir daha eskisi gibi olmadı. Yasemin için şiirler, kitaplar yazdı, anma toplantıları düzenledi. Eskisi gibi olmak istemiyordu zaten. Yasemin o gün evden çıkmayı hiç istemiyormuş ve annemden Beyza’ya telefonda “Yasemin evde yok” demesini istemiş. Ama ya o söylemekte geç kalmış ya annem yalan söylemeyi becerememiş ve Yasemin, Beyza’yla konuşup randevu vermek zorunda hissetmiş kendini. Ama bu hikaye yaşanmış olmasa da bir yakınını kaybedenler bilir hayatta kalanın suçluluk duygusunu. Bu duygunun mantıklı bir nedeni olması gerekmez. O ölmüştür ve siz yaşıyorsunuzdur. Demek ki yapmanız gereken bir şeyi eksik yapmışsınızdır. Ya da siz de onunla birlikte ölmemişsinizdir. Niye?

Ölüme yaşamla cevap vermek Yasemin’in ölümünün ardından aklımıza düştü Ayşegül’le. Ve iki çocuk yapmaya karar verdik. Şansımız yaver giderse bir erkek, bir de kız çocuğu istiyorduk. Ali böyle oldu. Ve Ali doğacak gün olarak 30 Aralık’ı yani Yasemin’in öldüğü günü seçti. 1997’nin 30 Aralık’ında annem ve babam Yasemin’in anma toplantısındayken Ayşegül Ali’yi doğuruyordu. Kaderin çok acayip bir tesadüfüydü.

Ali… Mavi gözlü, siyah saçlı, gürbüz bir bebek olarak doğduğunda, ağladım. Yine de baba olma fikrine alışmak o kadar kolay değildi. Ama Ali gülücüklerle uyanan, daha 1 yaşındayken bile çevresine empati gösterebilen özel bir çocuktu. Her görenin aman nazar boncuğu takın dediği bir çocuk güzeliydi.

Doğacak çocuğumuzla Yasemin’in geri gelmesini bekleyen annem Ali’ye alışmakta çok zorluk çekti. Bütün ultrasonlara rağmen son ana kadar bir kız çocuk beklemeyi sürdürmüştü. Erkek çocuk onu hayal kırıklığına uğratmıştı. Ayrıca yasından çıkmak da istemiyordu. O günlerde çekilen fotoğraflarda annem Ali’yi zoraki tutan, severmiş gibi yapmaya çalışan bir haldeydi. Ama Ali kendisini sevdirmeyi bildi. Babam zaten Ali’yle hemen aşk yaşamaya başlamıştı. Ali de dedesine çok düşkündü.

Ben, Ali doğduğunda bir yandan Roll ve Ekspress’te yazıyor bir yandan da Açık Radyo’da program yapıyordum. Paramı ise rehberlikten kazanıyordum. Ali doğunca yaşam biçimimi değiştirmeye karar verdim ve CNN-Türk’te yazar olarak çalışmaya başladım. Ayşegül de IBM’de çalıştığı için Ali gündüzleri evde bakıcıyla kalıyordu. Ağustos ayında annemler Fethiye’ye tatile gitmek istediler Ali’yle birlikte. Ama arabalarının arka koltuğunda emniyet kemeri yoktu. Öyle olunca da bebek koltuğunu bağlamak mümkün değildi ve bu riskli bir şeydi. Biz, emniyet kemeri olmadan yola çıkmalarına itiraz edince onlar Fethiye seyahatinden vazgeçtiler ve Yalova’da, Yüksel Sitesi’ndeki yazlıklarına gitmeye karar verdiler. 14-15 Ağustos’ta Ayşegül’le ben de Yalova’daydık. Annem artık yasından çıkmış ve Ali’yle o da aşk yaşamaya başlamıştı. Yıllardır yüzü gülmeyen annem, Ali’den söz ederken gözlerinin içi gülerek “Öyle tatlı şımarıyor ki!” demişti. Ali’ye şişme bir havuz almıştık. Havuzu şişirtmek için benzinciye giderken, yol kenarında ölü bir yalıçapkını kuşu gördüm. Yalıçapkınını Yalova’da daha önce hiç görmemiştim. Güney Ege’de veya Akdeniz bölgesinde görmüşlüğüm vardı, bu harika güzellikteki kuşlardan ama Yalova’da, Marmara’da? İlk kez görüyordum ve o da ölüydü. Bu garip imge kafama çakılıp kaldı. Sanki kötü bir şeyler olacağının habercisi gibiydi. Kuşa üzülmüştüm ama üzerinde de durulacak bir şey değildi. Bunlar tabii ki anlamsız tesadüfler ama insan aklı en anlamsız şeylerden anlamlar çıkarır. Benim zihnim de sonra hep bu yalıçapkınını hatırlayacaktı.

15’i akşamı annemi, babamı ve Ali’yi son kez gördüm. Vedalaştık ve biz İstanbul’a Şişli’deki evimize döndük. Aradan 27-28 saat geçmişti korkunç sarsıntıyla uyandığımda. Ne kadar uzun bir sarsıntıydı, ne kadar korkunçtu. Elektrikler kesikti. Telefonlar çalışmıyordu. Sokağa inip arabanın radyosundan depremin merkezini öğrenmeye çalıştık ama sağlıklı bir bilgi yoktu. Bunun üzerine birlikte CNN-Türk’ün merkezine gittik, belki daha sağlıklı bir bilgi ediniriz diye. Cüneyt Özdemir de gazeteci refleksiyle hemen kanala gelmişti. Sabahın erken saatinde beni görünce iş yaptıracak adam bulduğu için sevinmişti. Ben, halâ kendimden utanırım, “buraya çalışmaya değil aileme ne olduğunu anlamaya geldim” diyemediğim ve havaalanına helikopter kiralamaya yola çıktığım için. Atatürk havaalanının daha önce hiç görmediğim garip yerlerinde sersem sersem helikopter kiralayan yer aradığımı hayal meyal hatırlıyorum. Bir rüyada gibiydim. Ayşegül ise yalnız başına Yalova’ya gitmeye karar vermişti. Depremin merkezinin Gölcük olduğunu ancak öğleyin öğrendim ve derhal yola çıktım. Feribot rıhtıma yanaşırken o kadar büyük bir sorun yok gibi gözüküyordu. Minibüse binip Yüksel Sitesi dediğimde bir gariplik olduğunu sezdim. Yüksel Sitesi’ne geldiğimizde ise… Yüksel Sitesi yoktu. Çevresindeki birçok site az hasarla ya da hasarsız atlatmıştı depremi ama bizim site tuzla buz olmuştu. Yanlış yere geldiğimi sandım ama sitenin komşuları, Şekerbank Kampı ve Aydın 6 Sitesi oradaydı işte. Ortada da bizim sitenin olması gerekiyordu ama yoktu. Ayşegül’ü buldum. Ayşegül enkazı gördüğünde bayılmış. Ben yanında değildim. Ben ise kustum. Sersem gibiydim.

Ve sonra enkaz kaldırma çalışması başladı. Yıkıntıdan nerede olduklarını bile tahmin edemedik uzun süre. Bir gece, bir çocuğun cesedi çıkarken oradaydım. Çocuk kapkara olmuştu, toz topraktan. “Ali değil” diye sevinmiştim belli belirsiz. Ama o çocuğu unutamadım sonra, utançla hatırladım o korkunç anı.

İnanılmaz bir dayanışma gördüm. Çok sayıda tanıdığım, arkadaşım, yıllardır görüşmediğim dostlarım koştular yardıma. Ancak birkaç gün sonra Ali’nin oyuncakları ve giysileri çıkmaya başladı enkazdan. Artık yaşama şansları kalmamıştı. Ve Ayşegül’le ben, o an orada olmak istemedik. Arkadaşlarımız ve akrabalarımız çıkardı Ali’yi, annem Tuncay’ı ve babam Hikmet’i. Onları ölü olarak hiç görmedim. Görmeliymişim diye düşünüyorum halâ. Sanki öldüklerini halâ anlamış değilim. Belki de bu nedenle, onları ölü olarak hiç görmediğim için anlayamıyorum, kavrayamıyorum öldüklerini.

Hayatımız kökünden değişti sonrasında. Ayşegül de ben de işimizden ayrıldık. Ayşegül psikoloji okudu, ben önce radyoya döndüm, sonra Birgün’de çalışmaya başladım. Psikolojik yardım almaya başladım. Son derece irrasyonel işler yaptım, hayatımı maddi olarak çok zora soktum. Ve bütün bunları bile yeni yeni fark ediyorum. Sarsıntı sürüyor derken, bunları kastediyorum. Deprem benden hem geçmişimi hem de geleceğimi aldı. Anne, baba ve çocuk... Bir anda annesiz ve babasız bir çocuk ve çocuksuz bir baba haline geldim 1999’da. Yasemin’in öldüğü gün doğan ve nihayetinde annem ve babamı hayata döndüren Ali, annem ve babamla birlikte bu dünyadan ayrılmıştı.

Hayat devam etti. Bir erkek bir de kız çocuğu istemiştik; Ali’nin kardeşi Elif 2001 sonunda doğdu. Keşke abisi, dedesi, babaannesi, halası da hayatta olsalardı. Ama ben yine çocuklu bir babayım ve kızım bizi çok mutlu ediyor.

Büyük travmalar yaşamamış insanlar zamanla bazı şeylerin izinin kalmaması gerektiğini sanıyorlar. “Aradan bilmem kaç yıl geçmiş, artık bazı şeylerin bir anlamı kalmamış olması gerek” diye düşünüyorlar. Bazen en yakınındaki insan en anlayışsız ve en acımasız davranan olabiliyor. Oysa, zaman bazen hiçbir şeyi çözmüyor. Yara içten içe işlemeye devam ediyor. Bilmiyorum, neden deprem sırasında Yalova’da olmadığımı, neden onları orada bıraktığımı, neden oğlumu kucağıma alıp balkondan atlamadığımı, neden Fethiye’ye gitmelerine izin vermediğimi…
CÜNEYT CEBENOYAN

http://birgun.net/haber/zaman-tedavi-etmez-2164.html

11 Ağustos 2013 Pazar

Türkiye'deki 5 Yıl Eğitim Veren Liseler

Türkiye geneli 5 yıl eğitim veren devlet liselerini hepimiz merak etmişizdir. Gönül isterdi ki bu liselerden birinde hepimiz okuyabilseydik ama ne yapalım :)

Bu liseler aşağıda sıralanmıştır:
  • GALATASARAY LİSESİ
  • İSTANBUL LİSESİ (İSTANBUL ERKEK LİSESİ)
  • VEFA LİSESİ
  • KABATAŞ LİSESİ
  • KADIKÖY ANADOLU LİSESİ
  • ANKARA ATATÜRK LİSESİ
  • BALIKESİR SIRRI YIRCALI ANADOLU LİSESİ
  • İSTANBUL HÜSEYİN AVNİ SÖZEN ANADOLU LİSESİ
  • İZMİR CİHAT KORA ANADOLU LİSESİ

11 Ağustos 2013 | Sıradan Bir Pazar Günü

Bu dünya da görülmeye değecek çok şey var.
Ne kadar şey kaçırıyorum şu an oturup bunu yazmakla kimbilir.
Ama Allah bana ve sevdiklerime uzun ömür versin.
Bana da versin ki şu hayatta henüz yapamadığım şeyleri yapayım.
Gezeyim, göreyim, seveyim, daha başka duygularla seveyim.
Görülmesi gereken o kadar çok yer, sevilmesi gereken o kadar çok insan var ki, insanın ömrü yetmez.
Ama ömür bu hemen bitmez, lakin öyle uzun sürmez.

Biliyorum...

11 Ağustos 2013 Pazar sabahı.
Bugün bende çok şey değiştirecek.

Biliyorum...

Şimdi tekrar yatağıma dönüyorum.
Bekle beni uzaktaki,
Sana geliyorum...

10 Ağustos 2013 Cumartesi

En Korkunç 16 İdam Yöntemi

1-Kaynatma
Çarlık Rusya`sında kullanılan bu idam yöntemi yağ, su ve asit birleşiminin kaynatılması sonrası cezalandırılacak kişinin içine atılmasıyla gerçekleşir. En acı veren idam yöntemlerinden biridir.
2-Ling-chi 


Bu yöntem vatan hainlerine ya da ebeveynlerinden birini öldürene uygulanırdı. Cezalandırılacak kişinin önce uzuvları kesilir, sonrasında kalbine saplanan bir bıçakla hayatı sonlandırılırdı. Bu yöntem 1905 yılında yasaklanmıştır.
3-Deri Yüzme
Kurbanın bir bıçakla suçlunun derisi soyuluyor ve bir ağaca halkın ibret alması için bağlanıyor.
4-Pirinç Boğa

Antik Yunan`dan gelen bu işkence yönteminde pirinçten yapılan bir boğanın içine yerleştirilen suçlu alttan verilen ateşle ölümü bekler. Yunanlar boğanın kafasını açarlar ve idam edilen kişinin hayrkırışları boğa sesi gibi çıksın isterler.
5-1000 Bıçak Darbesi
Bu idamda amaç acıyı çoğaltmak ve kurbanın yaşamını o süre içinde hemen bitirmemek.
6-Lastik Geçirmek

1980-1990 yıllarında Güney Afrika`da yaygın olarak kullanılan bu yöntemde önce kurbanın başına ve kollarına içi benzin dolu lastik tekerler geçiriliyordu ve sonrasında ateşe veriliyordu. Suçlular en fazla 20 dakikada can veriyordu.
7-Scaphism

Fars döneminden kalma bir idam yönremidir. Bu yöntemde suçluya bolca bal ve süt yediriliyor. Sonrasında üzerine bal sürerek güneşin altına bağlı bir vaziyette bırakıyorlar. Böylece böcekler suçluyu yiyor ve acılı, uzun vadeli bir ölüme sebep oluyor.
8-Çarkı felek
Ortaçağ Avrupası`nda en çok kullanılan idam şeklinde suçlu tahta bir çivili tekerleğe yerleştirilerek can veriyordu.
9-Canlı canlı gömme
Amerika`da hapishanede kurala uymayanlara uygulanan bu yöntem öncesinde suçlu hücreye kapatılır ve sonrasında canlı canlı gömülür.Diri Diri Gömülüş Milattan önce bu işkence şekli hem bireyler için hemde gruplar içinde kullanılıyordu. Kurban genellikle bağlanıp açılan bir çukura atılıp gömülüyordu.
10-Vücudu 4`e bölme
Ortaçağ İngiltere`sinde en çok uygulanan bu yöntemde idam edilecek kişinin vücudu 4 parçaya ayrılır.
11-Çimento ayakkabılar
Amerikan mafyası tarafından uygulanan bir işkence şeklidir.Kurbanlarının ayakları kül bloklarına yerleştirilip üstüne çimento dökülüp denize fırlatılıyordu.
12-Giyotin
Giyotin, idam mahkumunun kafasını üst taraftan kesmek prensibiyle yapılmış bir çeşit idam aracıdır. Giyotin ilk kez 1792 yılında Jacques Nicholas Pelletier adlı bir hırsızı idam etmek için kullanılmıştır. Alet, adını mucidi Joseph-Ignace Guillotin`den alır. Bir doktor olan Guillotin aynı zamanda bir meclis üyesidir. İdam cezalarını infaz etmek için bir makine tasarlar. Amaç daha "insancıl" ve eski rejimden daha modern, daha devrimsel bir idam cezası uygulamaktır. 
13-Çarmıh
Çarmıh, birbiri üzerine çapraz konmuş iki tahtadan oluşan darağacıdır. Farsça dört çivi anlamına gelir. Eskiçağ`da kurulu din ve düzene karşı suç işlediği için idamına karar verilenler çarmıha gerilerek öldürülürlerdi. Bunun için mahkûmun vücudu ve ayakları çarmıhın dikey tahtasına bağlanır, kolları yana açılarak elleri yatay tahtaya mıhlanırdı. Günlerce açıkta, aç, susuz ve tahtaya çivili kalan mahkûm, yavaş yavaş ve işkence çekerek ölürdü. 
14-Yılan çukuru


Yılan çukuru tarihi bir idam yöntemidir. Mahkumlar, engerekler gibi zehirli yılanların olduğu çukurlara atılırdı. Rahatsız edilmiş yılanlar onlara saldırır ve mahkumlar zehirlenerek ölürdü.
15-Kedi patisi
Genelde işkencecinin elinde takılı olan bu pati, kurbanın vücudunun herhangi bir yerindeki etini kemikten ayırmak için kullanılıyordu.
16-Kazığa oturtmak

Suçlu yarı boyundaki ucu sivri kazığa kaba etinden girip ağzından çıkacak şekilde oturtulurdu.

kaynak: onedio.com

7 Ağustos 2013 Çarşamba

Karnaval.com | Radyo cenneti!

Sloganlarında da söyledikleri gibi; radyodan sonra ki en büyük icat.



Hakkaten öyle. Neredeyse her gün akşam ders çalışırken ve ya bilgisayarda bir şey ile meşgul iken bu siteyi açıyorum ve kafama göre istediğim radyoyu seçiyorum. Adamlar radyo olayını aşmış hakkaten. Jelli sosyal radyo olayını da çıkarmışlar. Haftanın hit parçaları genelde daha çok çalınıyor, bu da şarkıların rastgele seçilmediğinin bir göstergesi anlayacağınız. Tabi ki şarkı türlerine göre ayrılmış radyolar da mevcut, slow, hareketli, rock tarzında kanalları var.

Size jeton ve metroyu önerebilirim sanırsam.

Youtube dan müzik listesi yapmak yerine bu siteyi kullanabilirsiniz ;)

Yalnız bir sıkıntısı var o da mozilla tarayıcısı üzerinden siteyi açınca çalışmaması. Başlar da çalışıyordu, fakat son zamanlarda sıkıntı oluşturdu. En kötü İ.Explorer'dan girersiniz ;)

Siteye bu linkten ulaşabilirsiniz: karnaval

4 Ağustos 2013 Pazar

The Piano Guys - Youtube

Onları hiç dinlediniz mi?


Grubun sitesi burada: thepianoguys.com

Şarkılarını youtube sosyal video paylaşım ortamından dinleyicileriyle buluşturan, classic müziğe farklı, komik, eğlenceli ama bir o kadar da efsanevi güzellikte yorum katıyorlar ki, nasıl yaptıklarına akıl ermiyor :)

Kendilerine ait pek fazla beste olmamasına karşın, genelde farklı türdeki şarkıları kendilerine özgü yorumluyorlar.

Hala dinlemediyseniz;

*Adele - Rolling in the Deep, The Piano Guys Cover
*Titanium - David Guetta, The Piano Guys
*Paradise - Coldplay, The Piano Guys
*Cello Wars - The Piano Guys